Niş'ten Belgrad'a

Orhan Veli’nin “Sabahları erken kalkılıyor yolculukta, / Doğan güneşe karşı…” mısralarını kendimize düstur edinip, bulunduğumuz Niş şehrinin ilk ışıklarıyla Kral Milan Meydanı’ndan yola koyuluyoruz.

Kısa bir sabah yürüyüşü ile İstanbul Kapısı’ndan Niş Kalesi’ne giriş yapıyoruz. Niş Kalesi bizleri iki tarafı ağaçlarla çevrili muazzam bir yol ile karşılıyor. Dökülen yapraklarıyla ruhumuza dokunarak bizi antik kalıntıların ve Bali Bey Camii’nin bulunduğu alana taşıyor. Bali Bey Camii… Yalnızlığının mahzuniyeti çöküyor omuzlarıma. “Yalnızlık, hızla alçalan bulutlar, karanlık bir ağırlık, hava ağır, toprak ağır, yaprak ağır.” Kelimelerin boğazımda düğümlendiği yer… Aklımızda, kalbimizde yer eden Bali Bey Camii gerçeği ile gezimize devam ediyoruz. Yolumuz üç Osmanlı padişahının sefer düzenlediği ve fethinin Kanuni Sultan Süleyman’a nasip olduğu Belgrad’a çıkıyor.

Mısır ve ayçiçeği tarlaları sarı ve yeşilin her tonuyla yolculuğumuza renk katıyor. Bu manzara eşliğinde arkadaşlarıma Belgrad şehri ve Kalesi’nden bahsediyorum. Bu konuşma Belgrad’a olan heyecanımı ve merakımı daha da artırıyor. Şehir merkezine yaklaşınca rengârenk tarlaların yerini kasvetli sosyalist bloklar alıyor. Ama bu sizi korkutmasın, şehir içinde ilerledikçe tarihin korunduğunu, göz kamaştırıcı Avusturya mimarisinden anlıyoruz. Her adıma ihtişamlı, tarihi binalar bizleri selamlıyor.

Şehirdeki ilk durağımız Aziz Sava Katedrali, en büyük Sırp Ortodoks Kilisesi olmakla kalmıyor aynı zamanda Balkanlar’daki en büyük Ortodoks ibadethanesi olarak kabul ediliyor. Dış mimarisinin hayranlık uyandırdığı katedral, iç mimarisi ve özellikle yeraltı mezarının ihtişamı ile de adeta nefes kesiyor.

Çan sesleri eşliğinde katedralden ayrılıp panoramik şehir turuna devam ediyoruz. Büyüleyici birçok mimarinin yanı sıra NATO tarafından bombalanan binaların onarılmadan sergilenmesi bizleri derinden etkiliyor. Otobüsten inip Knez Mihailova Caddesi; Terazije, Cumhuriyet ve Öğrenci Meydanlarını geziyoruz.

Öğrenci Meydanının Osmanlı Dönemi’nde mezarlık olduğu gerçeğiyle yüzleşip, Şeyh Mustafa Türbesi ile devam ediyoruz ve sırada büyük bir merak ve heyecanla görmek istediğim Bayraklı Camii var. Camii, 1575 yılında inşa edildiğinde tepesindeki bayrak sallanarak diğer camilere ezan vakti haber verilirmiş, adını da buradan almış. Osmanlı Dönemi’nde inşa edilen 250 camiden sadece o ayakta kalabilmiş. Bayraklı Camii, sıradan bir sokakta adeta Bali Bey Camii mahzuniyet ile saklanmış gibi… Camii’nin tarihini dinledikten sonra burada namazımı eda edip, yönümüzü Belgrad Kalesi’ne çeviriyoruz.

Kalemegdan’da rehberimiz Bambi Bey’in tabiri ile bir miktar durulduktan sonra Leopold, Zindan ve Despot Kapılarından geçip, bir zamanlar şehrin bulunduğu alana geliyoruz.

Kırk dört defa yerle bir olmuş, yüzlerce kez el değiştirmiş olan bu yerleşim alanından birçok farklı medeniyet geçmiş. Belgrad Kalesi’nde beni en çok heyecanlandıran ise Tuna ve Sava Nehirlerinin buluşması oluyor. İki nazlı sevgilinin hasretle kavuşmasını izliyoruz adeta… Ardından Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesi’ni görüp, Damat Silahtar Ali Paşa ve iki kale muhafızının türbesini ziyaret ediyoruz. Bu tarihi serüven, bizleri epey acıktırıyor. Kale’nin İstanbul Kapısı’ndan çıkıp, Restaurant Kultura’da Gaziantep mutfağından yemeklerle karnımızı doyurup, günbatımında Tuna kareleri yakalamak için Kalemegdan ve eski kale çevresinde dolaşmaya başlıyoruz.

Duygularım, çocukluğumdan beri adını duyduğum ancak ilk kez gördüğüm Tuna’ya kavuşmanın mutluluğu ile Tuna’dan ayrı düşmenin hüznü arasında gidip geliyor, kendimi Behçet Kemal Çağlar’ın mısraları arasında buluyorum:

Hâlâ var güllerinde, şafakında al kanım,

Suyunda batan güneş, suya düşen kalkanım,

Kıyında her fırtına bir eski akın sesi!

Suya atılacağım kesilse çarkın sesi!

Hançerim dişlerimde, başım açık, yalınayak

Süleyman Çelebi’nin salındayım sanarak.”

Tuna ile vedalaşıp kendimizi Belgrad sokaklarına atıyoruz. “Türk’ü gördükçe seslen, Türklükle övün Tuna!”. Avusturya mimarisinin ihtişamı altında hediyelik eşya geleneğimizi yerine getirip, Belgrad’ın dondurmalarını tadıyoruz.

Günün yorgunluğunu atmak ve yeni güne hazırlanmak için otelin yolunu tutuyoruz. Biz günü bitirirken Belgrad, gece hayatı için hazırlıklara başlıyor. Gündüzünle gecenle şen olasın Belgrad!

Yazar: Ayşe Yağmur Şahin

Fotoğraflar: Bülent Katkak


crosschevron-down